Bu cevabı duyan vefâkâr ve îmanlı genç, daha o an öğrendiği hakîkat üzerine son derece müteessir oldu. Kendisini görmek niyet ve hasretiyle geldiği ve hayatını borçlu olduğu büyük velînin sadece türbesiyle karşılaşmıştı. Harp sahasının o müthiş hengâmında yaşadığı mânevî tasarrufun daha yeni yeni farkına vardı ve bir çağlayan hâlinde hıçkırmaya başladı. Ellerini yüzüne kapadı; uzun bir müddet içli içli ağladı. Hüdâyî mihrabının imamı da ağlıyordu… Bu hâdise, Allâh’ın velî kullarına bahşettiği mânevî tasarrufu ne güzel sergiler. Bu tasarruf, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den zamanımıza kadar gelen evliyâullâhın mânevî yardımlarından sadece bir misâldir. Şunu unutmamak lâzımdır ki, fâil-i mutlak, yalnız Cenâb-ı Hak’tır. O’nun kullara bu nevî yardımları da, gerek melekler vâsıtasıyla, gerekse Allâh’ın velî kulları vâsıtasıyla günümüze kadar varolagelmiştir.